Facebook diye bir şey çıkmış, eski okul arkadaşlarımı bulacağım!
2004 yılında Harvard Üniversitesi’nde Mark Zukenberg adında bir adam hayatımıza The Facebook diye bir şey soktu. Önce ABD’de okullar arasında yaygınlaşan bu web sitesi, zamanla adındaki fazlalıktan kurtuldu ve Facebook’a dönüştü. Sonraki yıllarında ülkemize giren Facebook’un dil seçeneklerine Türkçe’nin eklenmesinin ardından patlama yaşandı ve insanlar akın akın ‘okul arkadaşları’nı aramaya başladı. Bu ana kadar pek sorun yoktu aslında. Çünkü daha önce de Yonja, Hi5, Netlog gibi web siteleri kullanılıyordu. Fotoğraf paylaşımlarının olması da değildi mesele olan. Mevzunun çıkmasının nedeni o fotoğrafların altındaki ‘Like’ butonları oldu. İnsanın özünde olan beğenilmeyi harekete geçiren bu butonlara tık’layanlar arttıkça, buna doğru orantılı olarak paylaşımlar da arttı. Önce vesikalık kıvamında olan fotoğraflar, abuk sabuk bir hal almaya başladı. Photoshop’un nimetlerinden de faydalanan (!) insanlar ne buldularsa Facebook’a yüklemeye başladılar. Bu paylaşım çılgınlığının önünü yalnızca ‘Unlike’ tuşu alabilirdi fakat bu gittikçe büyüyen sanal gezegene bu tuşu koymamışlardı. Beğenilmediğini anlamak için kötü yorum almak gerekti ama yorumlara sansür uygulama fırsatımız da oldu. Video eklenmesi de cabasıydı. Artık Youtube’a girmeye ne hacet! Nasılsa her şey Facebook’taydı. Bu kadarla kalsaydı belki şu anki noktaya gelmezdi olaylar ancak araya sıkıştırılan bir özellik vardı ki, hepimiz denedik: ‘Dürtme’. Gerçek hayatta karşılığında kötü bir tepki alınması muhtemel olan ‘Dürtme’, insanların yüklediği anlamlardan mı bilinmez oldukça keyif verdi. Bir de uygulamalar eklenince artık Facebook her şeydi. O sıralar ortaya çıkan Twitter, Facebook’a rakip oldu ancak gençler hallerinden memnundu. Hem kendimizi 140 karakterle bir şeyler anlatmaya zorlamaya ne gerek vardı? Ancak Facebook’ta bir şeyler ters gitmeye başladı ve bu siteye teyzeler, amcalar, emekliler vs. hücum etti. Önlem olarak oluşturulan kapalı gruplar da çare olmadı ve artık Facebook’u biraz da onlar okul arkadaşlarını bulsunlar diye teyzelere, amcalara bıraktık. Biz yeterince faydalanmıştık zaten.
Twitter ne yaaa, 140 karakterle ne anlatacaksın?
Twitter her ne kadar 2006 yılında kurulsa da geliştirilmesi falan derken, bize gelişi biraz geç oldu. Arkadaş sistemi üzerine kurulan Facebook’un aksine Twitter, takipçi sistemiyle ilerliyordu. Tanımasanız da istediğinizi takip edebiliyor, gerekli gereksiz her şeyden haberdar olabiliyordunuz. Özellikle ünlü isimlerin kendilerinin yönettiği sayfalar bir hayli ilgi çekiyordu. Facebook’la başlayan sosyal kariyerimizin ardından, Twitter’a uyum sağlamak gibi sorunlarımız pek olmadı açıkçası. 140 karaktere alışınca hep varmış gibi hissetmeye başladık. Bunun yanında kullanıcıların pek çoğunun Twitter’da olma nedeni aynıydı: ‘Burası daha elit’. Twitter’ı önceleri cazip hale getiren sebeplerden biri, yalnızca Facebook’ta görmekten sıkıldığımız arkadaşlarımız değil, hiç tanımadığımız isimlerin bizi takip ediyor olmasıydı. Zamanla bu bir yarışa döndü. Can sıkıcı ‘Takip edeni, takip ederim’ciler türemeye başladı. Twitter fenomenlerinin aralarına katılmak isteyen pek çok kişi, takipçi kazanmak için bu yolu izledi. Hele reklam için fenomenlerin kullanılmaya başlanması ve bu işten para kazanılıyor olması olayı oldukça içler acısı bir duruma götürmeye başladı. Favoriler, retweet’ler hala eğlenceli olsa da daha eğlenceli bir şey çıktı: ‘Yer bildirimi’. Her şeyimizden haberdar olan takipçilerimiz ve arkadaş listemiz bir tek nerede olduğumuzu merak eder olmuştu artık. I’m at … Ayrı bir uygulama olan Foursquare, bir şekilde Twitter eklentisi gibi sürekli önümüze çıkıyordu. Sonrasında yine tuhaf bir şeyler oldu ve sebebini hala bilmediğim bir şekilde amcalar, teyzeler bu kez Twitter alemine girmeye başladı.
Instagram çıktı, hücum!
Twitter ile yarışını sürdüren Facebook Inc, Instagram diye bir uygulama yayınladı ve hayatlarımıza yeni bir soluk getirdi. Akıllı telefonlardan girilmedikçe bir lezzeti olmayan bu uygulama, hem Facebook Inc’ye hem de akıllı telefon pazarında yarışan teknoloji şirketlerine yaradı. Şimdi yazmayı bırakıp, yeniden fotoğraflara abanma günü ancak nasıl fotoğraflar? Vesikalık olayına burada da girmedik değil aslında, sadece vesikalık fotoğraf değil ‘selfie’ çektik. Oscar töreni, ünlüler derken selfie’ye bir isim bulmak gerekliliği de doğunca aramalar başladı ve TDK vatandaşların isteği doğrultusunda Selfie‘yi özçekim olarak kabul etti. Özçekim, mastürbasyonun Türkçe hallerinden biri gibi dursa da diğer seçeneklerin seçilmesi durumunda selfie’nin Türkçe karşılığı, “kendiçekim, görçek, kendinçek ve bakçek” kelimelerinden biri olacaktı. Instagram’da çeşitli alanlara yönelik hesaplara olan ilgi artmaya devam etti. Özellikle reklamcılar için, aranan pazar niteliğindeydi ve öyle de değerlendirildi.
Başladığımız noktaya bu aşamada gelindi. Birden bire herkes, tahta masa, kahve ve kitap kombinasyonu fotoğrafları paylaşmaya başladı. Daha doğrusu yine ne bulduysak paylaştık ancak bu paylaşımlar en fazla beğenilenler oldu bu kez. 2000’li yıllarla birlikte özellikle birbirinden etkilenen beğenilerimiz etkilenme eziyetinden tamamen kurtuldu. Çünkü artık hepimiz aynıyız. Bir de Instagram’da Facebook’taki gibi albüm oluşturma mantığının olmaması ve bir şey yazmak zorunda olmamamız işleri daha kolay hale getirdi ve ilgiyi de arttırdı. Filtreler sayesinde hepimiz fotoğrafçı olduk sonunda ve artık gezdiğimiz yerlerin fotoğrafını paylaşmak kaldı bize.
Instagram’dan kalan vakitlerde ise hala Twitter ve Facebook’u kontrol etmek, olağan şeyler yani. Konuşmaya ise gerek yok…