Bu yanlış algıyı ölçmek amacıyla araştırmacılar Jessecae Marsh ve Lindzi Shanks bir grup insana bulaşıcı olmayan hastalıkların aslında bulaşıcı olup olmadığı hakkındaki düşüncelerini sordular. Gruptan alınan cevaplara göre alkolizmin %56, anoreksiyanın %35,7 ve depresyonun %32,2 ihtimalle bulaşıcı olduğu düşünülüyor ki aslında hiç de öyle değiller. Bunların yanı sıra Tourette Sendromu (%4,2), otizm (%5,3) ve şizofreni (%7,4) bulaşıcılık sıralamasında epey aşağıda kaldılar.
Ayrıca, kişilerin hastalıktan muztarip kişilerle etkileşime girme isteğinin, hastalığın ne kadar bulaşıcı olduğunu düşündüklerine göre değiştiği gözlemlendi. Katılımcıların bulaşma ihtimali yüksek hastalık taşıyanlarla etkileşime girmekten kaçındıkları gözlemlendi.
Asıl soru katılımcıların bu hastalıkların bulaşıcı olduğu fikrine nasıl kapıldıkları. Katılımcılardan biri “Eğer sürekli içki içen biriyle yeterince vakit geçirirseniz, siz de sürekli içmeye başlarsınız.” İfadesini kullanmış. Bu da bulaşmanın sosyal etkileşim yoluyla gerçekleştiğine inanıldığını gösterir.
Bu tür bir yaklaşım tabi ki doğru değil. Üstelik böyle yanlış bir algı zor durumdaki bu insanları toplumun dışına iter ve hastalığın daha da ileri seviyelere taşınmasına sebep olur.
Öte yandan, Proceedings of the Royal Society dergisinde yayınlanan başka bir çalışmada ise artan sosyal etkileşimin depresyonu engellediğini göstermiştir. Çalışmanın yardımcı yazarı Edward Hill elde ettikleri bulguları şu şekilde yorumluyor: “Sonuçlarımız genç yetişkinler arasında arkadaşlık bağının kurulmasının depresyonu azalttığını göstermektedir. Depresyondaki biriyle etkileşimde olmanın kişiyi riske sokmadığı gibi sağlıklı arkadaşların hem koruyucu hem de iyileştirici özelliği olduğu saptanmıştır.”