Aşk uyarımları beynimizin en yaşlı kısmı olan ve cinsel iştahımızla beslenen hipotalamusun derinliklerinden kaynaklanıyor. Sinir ileticileri oradan başlayarak geçmişteki deneyimlerimizin ayrıntılı bilgilerini sakladığımız beyin korteksinin farklı loblarına doğru ateşleniyor. 5 ile 8 yaşları arasında kendimize bir aşk haritası çıkarmaya başlar ve partnerimizde aradığımız özelliklerin bilinçsizce bir listesini çıkartırız sonra gelip sizinle flört eden biri bu özelliklere tıpa tıp uyar ve sonuç olarak o kişiye aşık olursunuz. Gerisini ise beyin fizyolojiniz halleder.
Aşık olunduğunda güçlü bir duygusal deneyim yaşanır. Uzun süredir bilinen şeylerden biri de bu güçlü duygusal deneyimlerin kişiden kişiye aktarılabildiğidir. Korku, öfke, neşe, sevinç, acı ve aşk gibi birçok duygu deneyimlendiği yere bağlı olarak hemen her zaman aktarılabilen duygulardır.
Bu teorilerini denemek isteyen uzmanlar, sallanan asma bir köprü üzerine çekici bir kadın koyuyorlar ve köprüden geçen erkeklere psikoloji dersi için anket yaptığını söylemesini istiyorlar. 20 erkeğe yapılan anketlerde erkeklere gösterilen bir kadın yüzü hakkında dramatik kısa bir hikaye yazmalarıyla birlikte inandırıcı olsun diye bazı psikolojik sorular sorması isteniyor. Son olarak ise kadın “şu an size deney hakkında detaylı bir bilgi veremem ama telefon numaramı vereyim, daha sonra benden bilgi alırsınız” diyor ve yanlarından ayrılıyor.
Sonrasındaysa deneyin ikinci kısmına geçiliyor bu sefer ise güvenli ve dayanıklı bir köprü üzerinde aynı şeyler yapılarak yine 20 erkekle konuşuyor.
Sonuçlar ise tam da uzmanların beklediği gibi.
Kızla sallanan köprünün üzerinde karşılaşıp gece onu arayanların sayısı güvenli köprüde karşılaşıp da arayanlardan çok daha fazla oluyor. Ayrıca yazdıkları öykülere bakılınca korku veren köprü üzerinde yazılan hikayelerin çok daha romantik ve cinsel bir içeriği olduğu görülüyor. Bilinçaltımız yaşadığımız duyguları en cazip şekilde açıklamaya çalışmaktadır. O an karşı cinsten çekici bir insanla karşılaşırsak bilinçaltımız bunu aşk olarak yorumlayıp, açıklıyor.
Aşık olmak aynı zamanda bağımlılık yapabilir, psikiyatristler böylelerine romantizm düşkünü diyorlar. Bunlar kalabalık bir yerde gördüğü birine aşık olup ertesi gün işini, gücünü unutan o kişiyi dünyanın öbür ucuna kadar izleyen insanlardır. Sonra bir gün tutku azalır ve ilişkiyi bitirirler.
Aslında onlar aşkın yarattığı ve damarlarda gezen dopamin sarhoşluğunun peşindedirler.
Yapılan araştırmalara göre aşık olanların %30u ilk buluşmada aşık oluyorlar. Daha az sayıdaki insan ise bazı sinyalleri veren kişilere karşı duyarlı oluyor. Aralarında ses tonu, yürüyüş tarzı ya da yüz biçimini sayabileceğimiz bu tür sinyallerin kaynağı aile anıları, kültürümüz ya da seyrettiğimiz bir film olabilir. Onun dışında benzer insanlardan hoşlanır ve onlarla daha rahat geçinebileceğimizi düşünürüz. Fiziksel görünüşe hemen hemen her uygarlık büyük önem verir ama iyi görünüşün temelinde yakışıklı ya da çirkin olmak yatmıyor. Kısacası çok çirkin olmadığınız sürece sınıfı geçmiş oluyorsunuz. Hatta tam tersine çok yakışıklı ya da çok güzel olmak insanların kafasında uyanan ön yargılar yüzünden dezavantajlı olabiliyor. Karşı tarafta bulduğumuz güzellik, zeka, şefkat gibi özelliklerin kendi yaşamımıza zenginlik katacağından yola çıkarak hareket ediyoruz.
İnsanların birbirlerine bağlanmasının yoluysa, birbirlerine açılmalarından geçiyor. İnsanların birbirlerine yakınlaşmaları sürecinde birçok mekanizma görev başındadır. Bunlardan biri de risktir. Başka birisine bir sırrınızı ifşa ettiğiniz zaman bir risk alırsınız bu da sizi heyecanlandırır. Fakat bu riski almanızın nedeni karşınızda ki insana güvenmenizdir. Tıpkı korku veren köprünün üzerinde durmak gibi ruhunuzu tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermek baştan çıkarıcı bir risktir. Bu riskin karşılığı güven olursa arkasından gerçek bir aşk gelme ihtimali oldukça yüksektir.
Peki insanlarda kalıcı bağlılık ve sadakat olabilir mi?
Bunun sırrı hormonlarımızda gizli, Dr. Winslow’un step fareleri üzerinde yaptığı araştırmalarda; Step farelerinin çiftleşme sırasında kanlarında oksitosin ve vazopressin düzeylerinin tavan yaptığını gözlemlemiştir. Başka bir deneyinde ise dişiye oksitosin ve vazopressin hormonları enkjekte edilmiş ve hayvanların davranışları gözlemlenmiştir. Çiftleşme olmadığı zamanlarda bile erkek ve dişinin bir çift gibi davrandığı ve birbirlerine karşı büyük bir sadakatle davrandıklarını görmüştür.
Kandaki bu hormonlara karşı elbette tüm hayvanlar aynı tepkileri göstermiyorlar. Beyinleri bağlayıcı hormonlara karşı bir duyarlılık taşımıyor olabilir. Çünkü doğaya bir göz atacak olursak kalıcı bir çift oluşturmanın daha çok bir istisna olarak karşımıza çıktığını görürüz.
Sadakatsizliğe karşın insan kalıcı bir çift olmanın yollarını arar. Beyindeki bazı alanlar oksitosine karşı çok güçlü tepkiler veriyor. Muhtemelen bu alanlarda tek eşliliğe yönelik bir şifre gizlenmiş.
Sevişmelerde insan bedenindeki bu gizemli aşk maddesi aktif duruma gelir. Kadınlar göğüste, uylukta ve cinsel organlarında özel duyu hücrelerine sahiptir. Buna karşılık erkeklerde neredeyse yalnızca cinsel organlarında vardır. Bu hücreler duygu yüklü dokunulduğunda beyne bir sinyal gönderirler, uyarı zevk alma merkezine yani hipotalamusa ulaşır. Orada kana hemen oksitosin karıştırılır, beyin hemen bu sinyal maddesini ayırt eder ve bir tepki gösterir. Düşüncemiz daha yakın bir bağlılığa hazırlanmıştır. Şimdilik bilimin tahminleri bu doğrultuda işliyor. Oksitosinin diğer önemli bir işlevi ise süt üretimini tetiklemektir. Bu hormonun büyük bir bölümü doğum ve emzirme sırasında salgılanır. Araştırmacılar anne ve çocuk arasında ki yakın bağı da buna bağlıyorlar.
Hayvanların büyük bölümü seksi yalnızca çiftleşme döneminde yaparlar; buna karşılık insanlar ise sık sık.
Birçok insan birlikte yaşlanabileceği sevdiği bir eşin özlemini çeker. Seks ve tutku zayıfladığında daha başka bir güç iki insanı sevgide birleştirebilir. İnsan ruhu zamanla küçük mutluluklar için birçok yol bulabiliyor.
Uzmanların tahminlerine göre aşık olmanın ilk dönemlerinde eşi, kendi kişiliğimizin içine yerleştiriyoruz. Bunun yanında kendimizi düşünürken kullandığımız aynı beyin bölgelerini kullanmaya başlıyoruz.
Yapılan bir deneyde eşlerin elleri birbirlerine bağlı bir şekilde engellerle dolu bir parkuru geçmeleri isteniyor. Parkuru geçerken adrenalin seviyeleri artıyor ve parkurun sonrasında yapılan anketlere göre ise bitirilen bu görevin ardından ilişkideki hoşnutluk düzeyi gözle görülür bir biçimde artıyor.
Yani anlaşılacağı üzere ilişkilerdeki böyle durgunluk dönemlerinde çiftler heyecan verici, adrenalin seviyelerini arttıran şeyler yapabilirler. Bunu yaparken yeniden bir hafifleme duygusu yaşanır, birlikte yapılması da yaşanan duyguyu ilişkiyle bağdaştırma olanağı sunar.
Aşkın biyokimyası şimdilik bu kadar, bir sürü hormon, bilinçaltı, özel hücreler, feromonlar ve daha bilimin gözünden kaçmış niceleri.
Hepsini bir kenara koyarsak aşk için olan şu ki; insanın yaşadığı birlikteliği için yapabileceği en iyi şey kendi mutluluğuyla ilgilenmektir. Unutmayın ki mutlu olmadan mutlu edemezsiniz.