En sonuncusu 2011’de yapılan bu konferanslara, bir asırlık zaman dilimi içinde dünyanın en iyi fizikçileri katıldı; postmodern fizik bu konferanslarda biçimlendi. Modern bilimin yaklaşık dört yüzyıl önce kurulmasından bu yana entelektüel camiada binlerce panel, konferans ve kongre yapıldı fakat bunlardan hiçbiri, tartışmalarla gündeme gelen Beşinci Solvay Konferansı kadar bilim tarihinde kalıcı bir yer edinemedi. Bilimsel tartışma kavramı, Solvay Konferanslarını, özellikle Beşinci Solvay Konferansı’nı başarılı ve önemli kılan en önemli unsur olarak kabul edilir. Klasik mekanik ile kuantum mekaniği arasındaki ayrışmanın bu kadar erken fark edilmesi, Niels Bohr ile Albert Einstein arasında yaşanan ve konferansa damga vuran tartışmaya bağlanabilir. Bohr ve ekibi, klasik mekaniğin belirlenimcilik, kesinlik ve yerel gerçekçilik gibi sert ve güçlü karakterlerinde bundan böyle “yumuşaklık ve zayıflama” ihtiyacının doğduğu konusunda ısrar ederken klasik paradigmaya karşı binlerce yıllık sağduyumuza aykırı yaklaşımlar da (belirlenimsizlik, kesinsizlik, yerel-olmayan gerçeklik vb.) önerirler.
Dokuz Nobel ödüllü bilim insanını aynı karede görmemizi sağlayan bu fotoğraf, zengin tarihsel ve kuramsal bilgilerle örgülüdür. Ön sırada bilim tarihinin neredeyse biricik leydisi, Marie Curie var. Yorgun görünen Bayan Curie, radyasyon üzerine yaptığı yüzlerce deney sonunda önemli bilimsel keşiflere ulaşmayı başardı ancak görme yeteneğini büyük oranda kaybetti. Ne bir kadın oluşu ne de gözlerini yüce bir ideal uğruna kaybedişi, hiçbir soruna kesin bir çözüm üretmemiş fakat yalnızca düşünmüş olan Sokrates kadar ona ün kazandırdı. Düşünmenin erkeğin işi olduğunu açıkça dile getiren Sokrates’i onaylayıp bayan Curie’yi yadsıyan bir fotoğraf bu aynı zamanda.
Bayan Curie’nin sağında, güç ve otoritenin kendisinde olduğunu belli eden Hendrik Lorentz, solunda ise onur konuğu diyebileceğimiz Max Planck oturuyor. Konferanstaki her şey, ilk dört konferansa da başkanlık etmiş olan Lorentz tarafından, Planck’ın ortaya koyduğu yeni hipotez şerefine gerçekleştiriliyor. Şuna bakın ki Planck, fotoğraftaki en mutsuz kişi gibi algılanıyor. Doğanın sürekliliği ve nedensellik ilkesinin doğruluğuna inançtan vazgeçmesi mümkün olmayan Planck’ın bitkinliğinin hatta yılgınının en basit nedeni, konferanstan önceki 26 yılını, kendi hipotezini çürütmeye çalışarak geçirmesi olabilir. Grubun en yaşlısı olan Planck, 89 yıl sürecek hayatında bu ters yöndeki mücadeleye bir 20 yıl daha verecek fakat asıl acıyı, yaşadığı bir başka mücadelenin içinde bulacak. Yedi çocuğundan hayatta kalan sonuncusu, Hitler’e düzenlenen bir suikastın sanığı olarak tutuklanacak, bedel olarak Planck’tan, Nazileri destekleyen bir bildiriyi imzalaması istenecektir. Planck, evlat acısını son bir kere daha yaşayacak ancak bilim etiğini ve sorumluluğu terk etmeyecektir.
Fotoğrafta, Nazi politikasını reddeden bir başka bilim insanı daha var: Planck ile aynı sıradaki Einstein. Einstein, Planck hipotezini kullanarak hem fotoelektrik etki olayına bilimsel bir açıklama getiriyor hem de kuantum mekaniğinin ilk önemli kavramını, fotonu keşfediyor. Fakat Heisenberg’in kesinsizlik ilkesi nedeniyle kuramın geldiği son noktadan hiç hazzetmiyor ve hayatı, kuantum mekaniğinin eksik, düzeltilmesi gereken bir “safsata” olduğunu ispatlamaya çalışmakla geçiyor. Görelilik kuramı, yerel-gerçeklik varsayımı ile ışıktan hızlı etkileşimin olamayacağı olgusuna dayanır; bu yüzden klasik kesinlik ve belirlenimciliği korur. Kuantum mekaniği ise ya ışıktan hızlı etkileşmelerin varlığını onaylamak ya da belirlenimciliği terk etmek zorunda bırakıyor: Aklı başında herkes için aşılması çok zor bir uzlaşmazlık. Einstein, uzay ve zamanın göreli olduğunu ispat etse de fiziğin kesinlikçi ve belirlenimci yanını terk edemiyor; kesinlik ve belirlenimciliğe neredeyse bir mümin gibi inanıyor. Ona göre fizik, kesinliğin bilimidir; olasılık, rastlantısallık, olumsallık, belirlenimsizlik, kesinsizlik “bilim” kavramı içinde tevil edilemez şeylerdir. Ancak 20 yıldan fazla bir süredir kuantum fiziği üzerine kafa yoran Einstein’ın ikisi de yere basan ayakları ve gitmek üzereymiş izlenimi veren aceleci duruşu, önemli bir tedirginliği dışa vuruyor. Çünkü kuantum mekaniği ile klasik mekanik ve görelilik arasındaki çatlağın derinliğini Planck’tan sonra tam olarak ilk kez Einstein idrak ediyor.
Kuantum mekaniğin standart yorumunu yapmak, 42 yaşındaki Danimarkalı profesöre kalmış bir görev olarak addediliyor. Bohr’un rahat, kendinden emin ve gücünün doruğunda duruşu, Planck ve Einstein’a karşı vereceği entelektüel mücadelenin geleceğini sezmemize yardımcı oluyor. Bohr, uygulanan kuantum fiziğini, düşünülen kuantum mekaniğine dönüştürdüğünde nedensiz devinimler, ışıktan hızlı etkileşmeler, özdeşsizlikler yeni anlamlarına kavuşuyor. Fiziğin bu yeni kavramları, hem sağduyuya yabancı hem de us-dışı görünüyor. Einstein, onları “tuhaf” addediyor; hatta kuantum sıçramasını “hayalet etki” diyerek tiye alıyor.
Einstein’ın en önemli destekçisi Erwin Schrödinger, fotoğrafta da Einstein’ın tam arkasında ayakta duruyor; spor ceketi ve papyon kravatıyla sakin duruşu dikkat çekiyor. Onu, kedisiyle göremiyoruz çünkü henüz ne meşhur EPR makalesi yazıldı ne de buna dayanan “Shrödinger’in Kedisi” icat edildi. Einstein’a desteği, belirlenimciliğin yeniden inşası ve rastlantısallığın fizikten kovulması arzusuna yönelik. Kendi adıyla anılan dalga denklemleri, dalga fonksiyonun belirlenimci evrimini verebiliyor fakat dalga fonksiyonunu çökerten ölçüm, her seferinde rastlantısal çıktılara yol açmaktan kurtulamıyor.
Schrödinger’in sağında Verschaffelt’i, onun yanında ise kuantum mekaniğinin süvarilerinden, henüz yirmili yaşlardaki Wolfrang Pauli ve Werner Heisenberg’in kendilerine özgü, cesur ve dinamik duruşlarını görüyoruz. Heisenberg, kesinsizlik ilkesini Bohr’a asistanlık yaptığı yıllarda, henüz 26 yaşındayken bu konferanstan az önce keşfetmiş, adı geçen makaleyi Pauli’ye göndermişti. Önceki yıllarda Alman Gençlik Hareketi üyesi olan Heisenberg, daha sonra Almanya için atom bombası yapımında görev almış, hatta Bohr’u ikna etmeye çalışmış fakat Bohr, Planck ve Einstein gibi bu projede etik veya ideolojik gerekçelerle yer almamıştı. Schrödinger’in önünde solda ise konferansın en genç ismi Paul Dirac oturuyor. Dirac’in sağındaki Einstein’ın hemen arkasındaki içe dönük ama gururlu tip Arthur Compton. Onun sağında Loise de Broglie ile Max Born, onun da sağında, ortada en sağda Büyük Danimarkalı Bohr oturuyor. Onların Bohr’a yakınlığı yalnızca fiziksel değil. Fotoğraftakilere askeri bir komut verip “Ayağa kalk, sola dön, uygun adım ilerle” denilse, tarihsel gerçeklik bu resimde Bohr’un önderliğini, onu takip edenleri ve sonradan katılanları küçük bir hileyle bize sunacak gibi görünüyor.
Bu fotoğrafı, başka bir fotoğrafla karşılaştırabilseydik o fotoğrafta Arkhimedes, İbni Heysem, Harezmî, Kepler, Galilei, Newton, Faraday ve Maxwell gibi modern bilimin devleri yer alırdı. Klasik mekaniğin babalarını resmeden bu ikinci şaheserde zaman, tarihin derin yarıklarıyla ayrılmış, mekân ise aralarında anlık etkileşmeler gözlenemeyen farklı kıtalara dağılmış olurdu. Bununla birlikte bu fikir, yalnızca uzay ve zaman koordinatlarındaki yakınlaştırılamaz ayrışmadan ötürü değil, modern bilimin sosyolojik mekanizmasındaki bir olgu yüzünden de tasarlanabilir değildir: Klasik mekanik, dayandığı gerçeklik ve hakikat anlayışı nedeniyle zorunlu olarak art-süremli ve zaman-dizinseldir. Bir tarih şeridi üzerinde, dâhilerin bireysel çalışmaları ve yüksek iç görüleriyle işleyen sürecin bağımsız ürünlerinin birbirine eklenmesiyle inşa edilmiştir. Bu yüzden klasik mekanik, bu türden bir fotoğrafta kendi inşasına tanıklık edemezdi.
Kuantum mekaniğinin bu fotoğrafta bir araya gelen takım oyuncularının “şimdi ve burada” ve “birlikte-bulunuşları (co-existence)”, her şeyin birbirine çok yaklaştığı ve sınırların bulanıklaştığı bu yüzyıla has imkânlarla edimselleşir: bağlılaşım, yerel-olmayan etkileşimler, tümlerlik, tünelleme, kopyalama yasağı, belirlenimsizlik, dolanıklık. McEvoy’un karikatürize ederek tasvir ettiği gibi gelecek kuşaklar, kuantum fiziğinin bu devlerini 1927 yılında bir araya getiren coğrafi yakınlığı ve yoğun zaman kesitini öğrendiklerinde şaşkınlık ve hayret duyacaktır. Çünkü bilim tarihinde bu kadar kısa sürede, bu kadar az kişiyle, bu kadar çok şeyin açıklığa kavuşturulduğu bir başka zaman dilimi neredeyse yoktur.
Konferans bitip fotoğraf çekildikten bir gün sonra, 30 Ekim’de Brüksel Merkez İstasyonu’ndan Schrödinger, Einstein ve Planck Berlin’e doğru; Born, Göttingen’e; de Broglie, Paris’e; Dirac, Cambridge’e; Bohr ve Heisenberg, Kopenhag’a; Pauli, Zürih’e doğru yola çıktı. Yanlarında düşünce tarihinin tanık olmadığı en “tuhaf” fikirler dizisi vardı; onlara, düşünmeye bolca vakit sunan tren yolculuğunda yeni fizik kuantum mekaniği eşlik ediyordu. Çoğu muhtemelen Einstein’la hemfikir olarak kuantum mekaniği denilen bu çılgınlığın, daha eksiksiz bir kuram yolunda atılan sadece bir adım olduğunu ve daha iyi, sağduyuya daha uygun yeni bir kuram geliştirilince atılacağını, unutulup gideceğini umuyorlardı. Fakat Avrupa kıtasının küçük bir bölgesinde yoğunlaşan evlerine dönüp günlük çalışmalarına başladıklarında, bu umutlarını uzun süre koruyamayacaklarını fark edeceklerdir.
*Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi
ŞEVKI IŞIKLI*