Solucan Delikleri
Albert Einstein’ın genel görelilik kuramının denklemlerine göre uzay-zamanın süreklilik gösteren bir yapısı var. Gezegenler ve yıldızlar gibi büyük cisimler, etraflarındaki uzayı ve zamanı yaratır. Teoriye göre bu tünellerin girişleri, her yerdedir. Ama çapları o kadar küçük ki, atomların gezegenler kadar görünmesine neden oluyorlar. Fiziksel olarak mümkün olan en küçük ebatlardalar, bir santimetrenin trilyonda birinin milyarda birinden daha büyük değiller. Dolayısıyla, hiperuzay yolculuğunu gözde canlandırmanın üç yolu var:
Birincisi, uzay gemisini ve mürettebatını bu boya indirmek ve bildik uzaya çıktıklarında tekrar büyütmek ki pek mümkün görünmüyor. İkincisi, alışılmamış bir mekanizmayla (örneğin çekici kütle çekiminin zıddı olan itici kütle çekimiyle) bir solucan deliğini makul bir büyüklüğe getirmek ki bu da çok zor görünüyor. Üçüncü yol ise, Princeton State Üniversitesinden John Cramer'in ortaya attığı gibi, hali hazırda var olabilecek makul büyüklükte solucan delikleri aramak.
1945 yılında Princeton’daki ileri çalışma enstitüsünde bulunan Kurt Gödel, Einstein’ın kütle çekim alanı denklemlerinden, dönen bir evren tanımı ortaya koyan bir çözüm çıkartır. Bu evrende bir astronot, kendi geçmişine ulaşacak şekilde uzayda seyahat edebilmekteydi. Bu durum, kütle çekiminin ışığı etkileme şeklinde kaynaklanıyordu. Dönen evren ışığı (ve dolayısıyla nesneler arasındaki nedensel ilişkileri) sürükleyecek, maddesel bir nesnenin uzayda ve zamanda kapalı bir döngü içinde, herhangi bir devrede yakın çevresindeki ışık hızını aşmaksızın dönmesine izin verir.
Tüm bunlara rağmen ve her ne kadar teoride zaman yolculuğu olası gözükse de, önümüzde aşılması gereken ciddi paradokslar da var.